Google ile arama
Haritadan Firma Ara
Snickers
  Veteriner Hekim Ender Er;
  Tavuk ve köpek gerçeği
 
Köpek beslemeye başladığınızda artık algınızda seçicilik başlayacak ve kedi veya köpeğiniz ile ilgli çevrenizde olan bitenleri görmeye başlayacaksınız. ...
  oku
  tüm yazarlarımız için tıklayınız
 
Fikir Köşesi
 
Kıssadan Hisseler
 
Köşe Yazıları
 
Röportajlar
 
Güzel Türkçemiz
 
Tüm Şiirler
 
Tarihi Konular
 
 
izlenme: 459 
bir üst kategoriye çık
|
Leyla Zana, Günlük Yaşamda Kedi, Siyasette Vaşak 20/04/2008
Fikir KöşesiYazılı Röportajlar
Leyla Zana, Günlük Yaşamda Kedi, Siyasette Vaşak
Ağaoğlu
Gazeteci Faruk Bildirici'nin üzerinde sekiz yıldır çalıştığı Leyla Zana'nın yaşam öyküsü, "Yemin Gecesi" adıyla nihayet çıktı. 448 sayfalık kitap, 50'lerde hareketlenmeye başlayan Kürt siyasi hareketinin gayri resmi tarihi olmuş.

Bildirici, görüşlerine katılmadığı kitabının kahramanı için ne yergi, ne de övgü dili kullanmış. "Bu ülkede herkesin birbirini anlamaya ihtiyacı var" mantığından hareketle, kitabı okuyanların Zana'nın koşullarını, dönüşümünü, onun nasıl olup da böyle düşündüğünü anlamasını hedeflemiş. Zana'nın kitabı ne yazım aşamasında ne basım öncesinde görmesine izin vermiş. Kitabın adını bile söylememiş ona. Kendisiyle konuştuktan sonra başka insanlarla da konuşarak derinlemesine araştırmalar yapmış, belgelere başvurmuş. Bana göre Bildirici, çok zor bir işi başarmış. Bilmediğim o kadar çok şeyi öğrendim ki. Bir söyleşiye sığdırılamayacak kadar zengin bir kitap bu. Kendisini kutluyorum.

Kitabı yazmadan evvelki Leyla Zana algın, daha sonra değişti mi?

Ben onu kalkanları çok güçlü, tırnakları çok sivri, kadınsı yanları çok geride bir siyasi varlık olarak görüyordum. Onu tanıdıkça siyasi olmayan zamanlarda kadın kimliğinin öne çıktığını gördüm. Kedi ile vaşak arasındaki fark gibi. Günlük yaşamda bir kedi gibi. Ama siyasi bir şey konuşmaya başlandığı zaman tırnakları çıkıyor, bir vaşak haline geliyor.

 
Sinpaş
 

Leyla Zana'yı bir siyasi hareketin önde gelen isimlerinden biri yapan şey, konjonktür müydü, kadın olması mıydı?

İkisi de var. Ama tabii o hareket içerisindeki duruşunun, yaptıklarının, kişiliğinin de ciddi etkisi var. Aslında Leyla Zana'yı siyasi bir figür haline getiren 12 Eylül'ün ta kendisi. Diyarbakır Cezaevi'nin önünde aynı sıkıntıyı yaşayan yüzlerce kadın var. Fakat sadece Zana öne çıkıyor. Bu tabii ki tesadüf değil.

Kocasıyla rekabet içinde olduğunu gördüm bu kitapta. Eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana da güçlü bir siyasi figür. Sonunda boynuz kulağı geçmiş.

Tabii tabii. 1989 yerel seçimlerinde bağımsız adaylık öneriyorlar "Ben kimsenin artçısı olmam." diyor. Artçısı olmak istemediği kişi kocası. Nitekim 1991'de milletvekili oluyor ve öyle sürdürüyor. Elbette aralarında gizli bir yarış var. Ama nefret denemez.

14 yaşında, istemeden evlendirilmiş, gerdek gecesi büyük bir yıkıma uğramış ama.

O gece bir kadın için olabilecek en dramatik gece. 21 yaş fark var kocasıyla. Bilmediği bir ortamda saatlerce kocasını bekliyor. Geldikten sonra da polis alıp götürüyor. Büyük bir travma yaşıyor. 12 Eylül'den önce evinde PKK'nın da katıldığı toplantıları ilgiyle dinliyor. İlk siyasi eylemi, belediye başkanı olan kocasının makam arabasını alıp, PKK'lı mahkumlara yiyecek götürmesi.

Ve sonra eşiyle yolları siyaseten ayrılıyor.

Mehdi Zana bağımsız olmayı çok seven bir insan. Bir hareketin içinde ekiple uyum içinde hareket edebilecek bir siyasi değil. Örneğin Kemal Burkay'ın başını çektiği Özgürlük Yolu'nun içinde ama onlara kafa tutup, onlara rağmen belediye başkan adayı oluyor. Sonra onlarla da kavgaya tutuşuyor. İkisi de Kürt siyasi mücadelesinde yer alıyor olmalarına rağmen, çok farklı çizgideler.

 

Leyla daha Apo yanlısı.

Evet, Abdullah Öcalan'ı lider olarak kabul etme noktasında ciddi farkları var. Bir de Mehdi Zana, eskiden beri Kürtlerin Türkiye'den koparak ayrı bir devlet kurmasından yana. Ama Leyla Zana daha "demokratik özerklik" çizgisini savunuyor şu anda.

Kitapta Leyla'nın yaşadığı üstü kapalı bir aşk hikâyesi de var. Onu biraz açabilir misin?

Hayır aşk ilişkisi değil. Bu tür iddialar atılıyor ortaya. Ben de yaşamının bir parçası olduğu için onlara da kitapta yer verdim.

Yeni Ülke Gazetesi Cizre büro şefi Abdullah Arısoy ile o sırada gazetede çalışan Leyla Hanım duygusal bir beraberlik mi yaşamışlar?

Beraberlik yaşıyorlar diyemem. 1991 seçimlerinden önce evlerin kapılarının altından bir kaset atılıyor. Bu kasette Abdullah Arısoy ile Leyla Zana'nın samimi konuşmaları var. Zana'yı seçimde zayıflatmak için böyle bir şey yapılıyor. Daha sonra, Arısoy tutuklandığında Leyla ile böyle bir duygusal ilişki yaşadıklarını söylüyor. Bu ifade DEP milletvekilleri davasında da kullanılıyor, dosyaya da giriyor. Fakat daha sonra eşi gelerek, Abdullah Arısoy'un bu ifadeyi işkence altında verdiğini, bundan da üzgün olduğunu söylüyor. Leyla Zana'dan da özür diliyor.

Apo'nun Leyla'ya "bıraksın kocasını" diye haber göndermesi de dehşet bir şey. Ama Apo Leyla'dan ürküyor da.

Leyla Zana'nın Öcalan ile ilgili tutumu gayet net. Ama Öcalan yine de kendisine karşı kullanılacağından, lider olarak öne çıkarılmaya hazırlandığından endişe ediyor. Zana ve arkadaşlarının cezaevinden çıktığı dönemde "Leyla'yı benim yerime geçirmek istiyorlar." diyor. o dönemde çok fazla bir umut vardı. Milletvekilleri çıkacaklar, çözüme katkıda bulunacaklar, farklı bir hava esecek deniyordu. Tam o sırada Öcalan silahların yeniden konuşmasını sağladı. Böylece Leyla Zana'nın inisiyatif alabileceği bir ortam kalmadı.

Öcalan, Leyla'yı resmen kıskanmış. 'Neden Nobel barış ödülünü bana değil ona vermek istiyorlar?' demesi, Leyla'yı önce Kongra-Gel'in temsilciliğine önermesi, ondan sonra fazla öne çıkıyor diye durdurması...

Kürt hareketinde yaşanan bu tür çekişmeler hep geri planda kalıyor. Leyla Zana ile Hatip Dicle arasında da yoğun bir çekişme var. Kitapta bu konuda yaşananları da anlattım.

Leyla için Apo'nun bir tabu olduğunu, onu hiçbir şekilde sorgulamadığını da öğreniyoruz kitaptan.

Öcalan yakalandığı sırada günlerce gözyaşı döken, onun için açlık grevi yapan, ona ilk mektubu yazan bir Leyla Zana'dan bahsediyoruz. En büyük kuşkusu Öcalan'ın söylediği şeylerin içeriğine yönelik değil. Öcalan dışarı ile iletişimini avukatları üzerinden kuruyor. Zana'nın, avukatların Öcalan'ın söylediklerini doğru olarak yansıtıp yansıtmadıkları konusunda bir kuşkusu var. Bunu da hatta kendisine yazdığı mektupta anlatıyor.

 

Hatta Apo'nun kendisine yazdığı mektupların bile sahte olduğunu düşünüyor.

Evet, böyle bir kaygısı var. Hem devletten hem de avukatlardan kuşkulanıyor. Leyla Zana'nın yaşamı öyle geçmiş ki, hiç kimseye koşulsuz, sınırsız güven duyması mümkün değil. Kitabın altı bölümünden beşi Leyla Zana için önemli ve trajik geceleriyle başlıyor. Biri evlendiği gece. Biri 12 Eylül gecesi. Diğerleri 1988'de emniyette işkence gördüğü gece, Meclis'teki yemin gecesi, cezaevine atıldığı gece. Üzülesi bir yaşamı var.

PKK terörünün başladığı 84 yılı ile 2008 Türkiye'si arasında benzerlik var mı?

84'teki nokta ile bugün geldiğimiz nokta arasında çok büyük fark var. Bir kere Kürt sorunu ya da terör sorunu küçülmedi, tersine büyüdü. 1984'ten bu yana ölen, yaralanan, şehit olan işte polis, asker, vatandaş, korucu, öldürülen PKK'lılar, baktığınızda Türkiye'nin nereye gittiğini görüyorsunuz.


Sürekli artıyor.

Maalesef. Bir tek 1994-2004 arasında ölümler çok azalıyor. Ama maalesef Türkiye o dönemde bir fırsatı kaçırıyor. Bakın 20 bin 917 ölü terörist diyor. Son sınır ötesi operasyonda bin PKK'lı daha öldürülse, 22 bin kişi olsa bu rakam, bu sorun bitecek mi? Bitmez. Öyleyse bu güne kadar izlenen yöntemleri bırakmak lazım. Bu ülkeyi yönetenlerin bu işin ölümlerle çözülemeyeceğini kabul etmesi gerekli. Siyasi, sosyal ve siyasal değişim süreci yaşanmalı. Ama PKK'nın da silahla barışı kuramayacağını kabul etmesi şart. Hem barış istiyoruz diyorlar hem de ellerinde silah var. Elde silahla barış istenmez. Öldürmemenin koşulu da olmaz. Leyla Zana dahil bütün Kürt siyasilerin de bunu savunmaları gerektiğini düşünüyorum.

Leyla Zana "Silah güvencedir" diyor.

Öyle düşünüyor. Ben şunu görüyorum. PKK, ister 5 bin militanı olsun, ister 10 bin. Artık büyük bir silahlı güç. Eğer gerçekten bu insanlar, bu ülkede demokrasi ve barış içerisinde yaşamak istiyorlarsa bir genel af beklemelerine gerek yok. Hepsi birden gelip silahlarını bıraksalar Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yapabilir? En fazla cezaevine atar. Cezaevinde kaç ay tutabilir? Mecburen birkaç ay sonra bırakır. O zaman siyasi mücadelenizi yaparsınız. Ama önemli olan şu. Gerçekten silah istiyor musun, istemiyor musun?

1999'da silah sustu. 2004'e kadar çatışma olmadı. Ondan sonra yeniden başladı.

Evet. O fırsat kaçırıldı. 24 yıldır uygulanan yöntemler başarılı olamadıysa, artık bazı şeyleri daha farklı biçimde tartışıp düşünmek gerekir. Bu kitapta anlatmaya çalıştığım şey de bu. Şu ana kadar PKK'ya karşı ya da Kürt sorununu çözmek için ekonomik anlamda 24-25 paket uygulandı. 25 sınır ötesi harekât yapıldı. Ona benzer bir dolu yöntem uygulandı. Hiçbiri faydalı olmadı.

Ne yapmak lazım?

Ben siyasetçi değilim. Ben yazarım. Ve yazdım. İnsanların düşünmesi barışçı önyargısız yöntemler geliştirmesi için malzeme verdim.

 

Ama işte şehitler gelirken de insanların farklı düşünmesi çok zor.

Elbette. Ancak yeni ölümleri durdurmak için duygular yerine aklı kullanmak gerekiyor. Geçmişi kaybettik, hiç olmazsa geleceği kurtaralım. Birbirimizi anlamak zorundayız. Hem silahların susması, terörün sona ermesi, hem de insanlara insan olmalarından kaynaklanan bütün hakların verilmesi gerekli. En başta da dillerini her alanda konuşabilmeleri. Kürtçenin bir saat yayın yapılması sakıncalı olmuyorsa, 24 saat yayın yapılmasının nasıl bir sakıncası olabilir? Ya da bir kanalda yapılmasının sakıncası yoksa beş kanalda yapılmasının nasıl bir sakıncası olabilir? Bu 24 yılda Kürtlerin Cumhuriyet'e aidiyet bağı çok zayıfladı. Bunlar yapılmazsa maalesef bu bağ daha da zayıflar. Artık kritik bir noktadayız.

Kızının 'estetisyen' olmasına izin vermedi

Anne olarak portresi çok katı. Siyasi kariyerine uygun düşsün diye kızının meslek seçimine o karar veriyor. Estetisyen olmasına izin vermiyor. Sosyolog olmasını istiyor. O da sosyoloji okuyamıyor.

Oğluyla da problemler yaşamış.

Siyasi kişiliği ile kalkanları o kadar baskın ki, onları hep geride tutuyor. Kendini yaşayabildiği dönemlerden biri köye döndüğü son yıllar. Köy onun için her zaman bir sığınak. Kaçmak istediği zaman köydeki mağaralara gitmeyi hayal ediyor.

Ve evinde de cezaevinde yaşadığı koğuşun bir benzerini yaratıyor. Yani dışarıda da kendini içeride hissediyor.

Yaşamında biraz daha zor bir noktaya doğru gittiğini anlatıyorum. Bir yandan dar boğaza giriyor yaşamında, işte cezaevine benzetmesi evini, yalnızlaşması var. Bir yandan da DTP hareketi ona ihtiyaç duyuyor. Mitinglere çıkartıyor. Diyarbakır kongresinde seçilen komiteyi o belirliyor. O anlamda ağırlığını koyabiliyor.

Kürt hareketinde yeni lider çıkmıyor. Hâlâ Öcalan'ı lider kabul ediyorlar.

Öyle kabul ediyorlar. Deneyimli Kürt siyasetçiler etkin roller alamıyorlar. Ölçü, Öcalan'a bağlılık oluyor. Bağımsız ve etkin isimler öne çıkamıyor yani.

 
Nuriye Akman
 
İstanbul Burada Hata Raporlama: İçerikle İlgili Bir Hata Varsa Lütfen Raporlayın!
 
geri dön
sayfa başı
röportajlar
yazdır
tavsiye et
|
Yorum Bırakın
  SON EKLENENLER
İnsanoğlu Tasarımla Doğar, Tasarımla Ölür Marketing Türkiye  
Leyla Zana, Günlük Yaşamda Kedi, Siyasette Vaşak Nuriye Akman  
Bilimin de Çetesi Var Nuriye Akman  
Çanakkale Geçilemez Emre Aköz  
 
 
 
 
 
 
 
tümü